26 Aralık 2016 Pazartesi

Bize, Hepsinden Ortaya Karışık...Aralık-2016




HBB Tv' yi hatırlayanlar el kaldırsın!

Daha önceki yazılarımda, 1998 yılında Metallica konseri yayınlamasıyla; ergen bünyemde yarattığı infialden bahsetmiştim.

Ama bir de, ne vardı?

Günlerden bir gün, muhtemelen bir gündüz kuşağı kadın programı...İki tane hanım abla, hoş bir sohbet içerisindeler....Tam biri anlatıp, öbürü de tipik: "Sunucu ilgiyle dinlemesi" mimiklerini takınmışkeeen: CAAART diye yayın donuyor. Anlattığım bu kare, kanalın sinyali tamamen kesilene kadar -belki aylarca- ekranda kalıyor...

Aha, bugünlerde ben de, tam olarak böyleyim.

Güzelim ülkemizde artık neye üzülüp, neye kahrolacağıma yetişemiyorum. Sabahları Twitter'ı, akşamları haberleri açmaya korkuyorum. Her internet yavaşlamasında: "Heh, yine bi' yerlerde bi'şey oldu" demekten, gamlı teyzelere döndüm...

Yüzümde bir: "Lan?!!" ifadesi, donakaldı. Korkarım, benim sinyaller de kesilene kadar, aynı görüntü ile devam edeceğim.

Sonra dedim Didemanım, seni yazmak kurtarır...Açtım beyaz bir sayfa, başladım Aralık 2016 'yı özetlemeye...

Son 1 haftadır; delicesine yoğun olan iş temposundan fırsat bulduğum zamanlarda, şu meşhur çakma Psikolog Çağlaaaaanım'ın ifşa edilişini takip ediyorum. Beni ilgilendiren kısmı, kesinlikle magazinsel detaylar değil...

İnsanların; fotoğraf ve video paylaşımı için oluşturulan bir uygulamada, fotoğraflar yerine karakterlerini ve -olmayan- kariyerlerini ne derece filtreleyebildiklerini, başkalarının -hele de çocukların- hayatlarıyla nasıl da oynayabildiklerini gördükçe, hayretim şaştı.

Zaten oldum olası, çoğu Instagram figürlerini fazla süslü bulurdum. Gerçek olamayacak kadar mükemmel....Ne bileyim:

- Hiç; o salçayı özgürlüğüne kavuşturmak için: "DANDANDANDAN!!!!" deyu, kaşığı tencere kenarına vurmuyormuş gibi havalı havalı sunum yapan Yemek Bloggerları

- 5 dakika önce giydirdiğin tüllü badiye haşince kusmayan; telefon kamerasına, diş kaşıyıcıyla bi tane geçirmek yerine, profesyonelce poz veren bebeler

- Her şartta multi mutlu karı-kocalar...

Koca kişilerinin; hiç, çorabının bir tekini kanepenin altına, diğerini kapaklı çamaşır sepetinin üstüne bırakmadığı...Hanım kişilerin, kocalarına NTV Spor'u açtı diye hiç dır dır etmediği bir dünya... ( Tabi onlar da, her daim Barbie ve Ken gibi giyinik )

"Bir dönem, zibilyon tane ünlüyü ve bu tarz profili takip ediyordum. Sonra, "TAK" dedi, birkaç Metallica fan sayfası, Beşiktaş taraftar sayfası ve gazeteci profilini bırakıp, kalan ünlü kim varsa bir güzel kaldırdım...Instagramım cereyan yaptı Allah sizi inandırsın."

Bir taraftan kendime bakıyorum...33 yaşına gelmişim. Bir kız çocuk yetiştiriyorum. 

Zamanında, rahmetli babamın bizi yetiştirdiği gibi; kendini 'piremses' zannetmeyen, gelinlik hayali kurmak yerine bol bol okuyan, güzellikle kafayı bozmayacak bir insan olsun istiyorum.
Dürüst olsun, merhametli, ahlaklı olsun diyorum...Parasıyla ve onunla satın alınabilecek nesnelerle çevresindekileri ezen bir yaratığa dönüşmesin diyorum...

Hatta şu yaşta, eser miktarda kalan zekamla, bir Lisans diploması alabilmek için yırtınıyorum...Bu Blog bile, ona: "Hayallerimdeki gibi yazar olamadım ama, hala üretiyorum" diyebilmek için...

Bir taraftan da bu Çağlagiller' e bakıyorum...Instagram Bio'suna ne yazarsan O'sun...Kafana göre, millete para karşılığı ahkam kesiyorsun, firmalarla anlaşma yapıyorsun, dünyanın parasını kırıyorsun...

Geçenlerde, Instagram'da da yazdım gencolar...Benim de, birkaç yıldır midemle alıp veremediklerim var...Gastrit veya Ülser olabilir...Ben de Mide Koçu olarak çıkayım o zaman piyasaya anasını satayım...Sindirim gurusu....

Kendi ismimden de markamı türeteyim: "Midem Göçer Mi? Mide Koçluğu ve Sindirim Danışmanlığı A.Ş."...Fatura kesmeye de bir paravan şirket bulduk mu...

İnanın, bu kadar tantanaya rağmen, bugün bu işe soyunsam; inananlar olur. Öyle de ilginç bir milletiz.

***

Pek çok kadının aksine, şu geyik muhabbetli spor programlarını seyretmeyi seviyorum ben...

Evliliğimin ilk yıllarında; ısrarla düzeltmediği : "Beşştaş takımı" telaffuzu, yine 30+ yıldır değişmeyen saç kesimiyle Rıdvan aabi ve Güntekin Onay reyiz'in %100 Futbol'unu izlerdik Hakan'la...Sonra devir değişti...

An itibariyle, birden fazla spor-geyik programını takip ediyor olsak da, bizde en çok iz bırakanı şüphesiz Beyaz Futbol

Program esnasında, 90 Dakikalık maçı, -hadi onu da geçtim; 3 dakikalık özeti- yaklaşık 4 saat boyunca konuşmaktan ötürü, karbüratör yavaş yavaş su kaynatmaya başlıyor ve olaylar gelişiyor.

Ekipteki tüm aabiler ayrı ayrı birer Blog yazısı konusu ama, en travmatik olanına yer vermek istiyorum:

"Rasim Ozan Kütahyalı"

Tv karşısında için geçmiş, gün zaten yoğunmuş, bebek gibi uyumuşsun...Sen, bu tatlı uykunun bilmem kaçıncı evresindeyken; evin ortasında bir adam, 300 desibel sesiyle haykırıyor:

"HAYDAAAAAAĞĞĞĞĞĞĞ???"

O koltuktan kaç kere "Hırsız" diye fırladım...

Ya da ne bileyim; en bir entellektüel halimle, battaniyemin altında huşu ile kitabımı okurken: "ALLAH ALLAAAAAAĞĞĞH?" deyu haykırdı da, kaç kere kendim bir tarafa, kitap bir tarafa fırladık...

Hakan genellikle programın sonuna kadar oturabildiği için, Rasim'e karşı bir bağışıklık geliştirdi. Bugünlerde, o bağışıklığı bana da bulaştırmaya gayret ediyor.

...Çünkü, evlilik neydi?...Evlilik emekti.
Evlilik, birlikte iyi günde gülüp eğlenmek kadar,
Kötü güne, hastalığa, kazaya belaya, Rasim Ozan'ın çığlıklarına...
Birlikte göğüs germekti...

Belki görüşemeyiz, edemeyiz...Şimdiden, hakikaten "İyi" bir yıl olsun 2017.

1 Aralık 2016 Perşembe

...İyi Misin ?





22 Ocak 2000 sabahında; o acı haberi veren telefonu aldığım andan bugüne; Gülce' yi anlatmak için, hep aynı tema etrafında yazılar yazdım. Birlikte otobüse bindiğimiz Şişhane üst durağı, onun çok sevdiği - aramızda bir bağ kuran - Metallica'nın The Unforgiven şarkısı gibi, "Biz" ile ilgili satırlar.

Bugünkü aydınlanmamdan hareketle; Gülce'nin gidişinden sonraki Ben 'i anlatmak istedim.

Ama önce, bilmeyenler için özetle:

Gülce Özgör, -ismi gibi- Güle benzeyen bir kız. Lise arkadaşım. Bu zamana kadar gördüğüm en güzel yüzlü ve en güzel kalpli insanlardan biri.
Şimdiki liseliler bilmez; Doğalgaz teknolojisinden önce, tüp gazlı şofbenler vardı. O zamanlar, milli ölme biçimlerimizden biri de Karbonmonoksit zehirlenmesi...Ya işte, bacayı hatalı bağlarlar, ya da ne bileyim, Lodos eser geri teper, banyonu yaparken, ne olduğunu anlayamadan dalıverirsin uykuya. Kanın, zehirden simsiyah, uyursun.
Gülce de işte; sömestr tatiline 1 hafta kala, 21 Ocak 2000 Cuma. Hava da nasıl pis lodos...Banyosunu yaparken, ne olduğunu anlayamadan dalıverdi uykuya...Halası, 1 gecede gelinlik dikti, sonra anneannesinin üzerine yatırdılar, cennete uğurladılar.

Annesinin, apartman kapısından, cenaze aracına kadar adını seslenişi, kulaklarımdan hiç silinmedi. ( Bir umut, hani belki uyanır diye seslendiğini, ben de anne olunca idrak edebildim )

Sonra işte...Pazartesi oldu, okula geldik. Sonra Salı, Çarşamba...Bazen ağlayıp, bazen -tam bir cenaze evi gibi- asap bozukluğundan, anıra anıra gülerek, dönemi bitirdik. Sonra bana, tipik ergenlik abukluklarının ötesinde; birşeyler olmaya başladı.

Geçmişinde, banyoda aniden hastalanma hikayesi olan bir ailede büyüdüm. Banyo kapısını sıkı sıkı kapatarak yıkanmak, 10 kusurlu hareketten biriydi. Hatta, "iyi misin?" sorusuna cevap alamayan ebeveyn, öyle "burası benim özelim, cıbılım" dinlemez, DRANNNNK diye banyoya dalıverirdi. 

Bunlara alışıktım ama, o Allah'ın cezası şofben...Ben dertli oldum onunla...

Karbonmonoksit zehirlenmesi ile ilgili şu: "ne olduğunu anlayamadan, hareket edemeden, birkaç dakika içinde gidiverme" argümanı; beynimin tam ortasına oturuvermişti. Ergenlik zaten, başlı başına saçma bir dönem. 

Hem diyorsun ki: "Kimse beni sevmiyor, anlamıyor. Vay ben ölsem" ama bir yandan da, banyoda, tüpe ve su borularına bağlı bir cihazın, seni öldürme ihtimalinden it gibi korkuyorsun.

O yıllarda, banyo yapmak benim için, öyle dizilerdeki gibi şarkı mırıldanarak, dünya g.tümde değil tavırlarıyla icra edilen bir eylemden çok, tatbikat idi. Ayna yansımasından, şofbenin alevini seyrederdim çünkü. Söndü, sönecek, "zehirlenmeden önce 1 şampuan daha yapayım" derken, iyiden iyiye manyaklaşmaya başladım. 

( Bir süre sonra, alevin renginden, tüpün ömrünü tahmin edebilme yeteneğim ortaya çıktı. Evet, yanılma payım da çok düşüktü )

Yaşadığım gerginliğin boyutunu, evdekilere anlatma ihtiyacı da duymuyordum. Çünkü
 normal bir korkuydu bu...Kanıksanmış evham. Banyodan, zaten korkmak gerekirdi.

Böyle yaptıkça da, içimdeki şofben nefreti, suya temas etmiş Gremlin gibi canavarlaştı. O yaz, evde yalnız olduğum günlerde şofbeni yakmaya cesaret edemedim...Günlerce, soğuk suyla duş aldım. Temmuz sıcağına rağmen, ruhum, karakterim bile donuyordu.

Yine böyle, evde yalnız olduğum -ve yıkanmam gereken- bir günde, anneannemin kıymetli evrak çekmecesinde, şofbenin kullanma kılavuzunu buldum. İçindeki bütün detayları, ağlaya zırlaya okuyup ezberledim. Ondan sonra, -sesi hala kulaklarımdan gitmeyen- lanet çakmak düğmesini çevirmeye cesaret edebildim, ve sonrası geldi. 

Kendi kendime şofbeni çalıştırıp, birkaç kez yalnız yıkanabildiğimi ve ölmediğimi görmek, korkuma iyi gelmişti.

Sonra yıl oldu 2001, ben okuldayken bir gün, ustalar sökmüş şofbeni....Eve Doğalgaz bağlanmış. Türk filmlerindeki histerik kadınlar gibi, duvarda kalan deliklere, kapanan musluk hatlarına baka baka bir gülüp, bir ağladım...

Geçen yıla kadar boğuştuğum, ilaç tedavisi bile gördüğüm Yaygın Anksiyete Bozukluğu ( Kaygı bozukluğu, her an kötü birşeyler olacak/öleceğim korkusu ) hastalığımın temellerinin o yıllarda atılmış olduğunu, şimdi idrak edebiliyorum.

Güle benzeyen Gülce'nin ölümünü, hep arkadaşlık duygusallığı ile andığım için, işin fobik boyutunu, bana güzel bir arkadaşın yanı sıra, nelere mal olduğunu çok geç idrak edebildim. Sonra da işte, yazmak istedim buraya...Yazı kalırdı çünkü...Söz uçar, karbonmonoksit de zehirlerdi...

Yaşadığım korkunun boyutlarını aileme yansıtabilseydim, beni feraha çıkarmak için illa ki birşeyler yaparlardı. Ama anlatmadım. Korkuyu içselleştirip, yıllarca yük gibi ruhumda taşıdım.

Aradan geçen 17 yıldan sonra, bir akşam, evimin huzurlu mutfağında, huşu içinde patates doğrarken, aydınlandım...Bağlantıları doğru kurdum, ve şofben çalıştı.

Anne baba olan arkadaşlarıma naçizane tavsiye...Çocuğunuzun en miniğinden bile olsa bir korkusu, fobisi varsa, yenmesine yardımcı olun. O anlatmaz, siz sorun. Manyaklık seviyesine gelmeden, gözlemleyin...17 yıl, çok büyük bir zaman dilimi. 

Banyo yaparken de, kapıyı bacayı viyana kapıları gibi kapatmayın !

Haydi sağlıcakla,


23 Kasım 2016 Çarşamba

Bize, Hepsinden Ortaya Karışık...Kasım-2016



Eveet...
Bugün de kafama böyle esti; bloga ortaya karışık bir köşe açmaya karar verdim.
Artık haftada 1 mi yazarım, yılda 2 mi bilemiyorum; yalnız sağlam muhabbet döneceği kesin.

- İnci kız' ın Anaokuluna başlaması ile birlikte; hayatıma sınıf annesi diye bir kavram girdi. 

Daha önce, çocukları büyük olan arkadaşlarımın maceralarından aşina olduğum bir kişilikti ama, asıl başıma gelince anladım.

Bizimkinin misal, tatlı çatalı mı ne karışmış başka çocuğa...Ama yani yanlış anlamayın, kaşıkçı elması felan değil; bildiğiniz günlük çatal lan ??! 

Benim kaşığım da matmazele gitmiş. Kadın, ciddi ciddi kaşığın fotoğrafını çekip, sınıf whatsapp grubuna atarak:"Bu kimin?!" tartışmasını başlattı...Kaşığın sahibi çıkınca da; "Piki binim çıtılım nirdi?" kontratağı geldi...2 saat kadar da sürdü bu muhabbet.

Ya var ya...Ben de, bunları dert edebilecek kadar sade bir hayat istiyorum aslında...

- Malumunuz, Hardwired...To Self  Destruct çıktı; çıktığı gibi de tüm boş zamanlarımı esir aldı eksik olmasın. 

Ağır olmamakla birlikte paranoyak bir tipimdir, herkesin aklına gelmeyen detaylar beni kemirir.


"Ulan" dedim, "Spotify'a yarın öbür gün, popçu bir kayyum atarlar da, herif bütün metal içeriği siler atarsa" diye, albümün tüm versiyonlarını indirdim Allah sizi inandırsın.

- Ama birşey diyeyim mi, Spotify da olmasa halimiz nanay idi. Bu yazıyı yazdığım an itibariyle albümün CD ve LP'si halen D&R ' a gelmiş değil. 

Metallica'nın resmi Türkiye ayağı ile birlikte voltran'ı oluşturarak; Twitter'dan kendilerine carlamakla meşgulüz. Bu hafta içi mağazalara geleceğini söylediler en son; artık gelmezse, iyice Panter Emel'e bağlarım diye tahmin ediyorum.

Aslında D&R değil de, direkt dağıtıcı firmayı bulup, onlara höykürmek gerekiyor. Artık gümrükten 1'er 1'er bi çekiyorlar CD'leri ne yapıyorlar, onu bir çözmek lazım. 

İşte Kurumsal Metalci dediğimiz de böyle birşey. İşin gücün içinde, hiçbirşeyi aksatmadan bir de üstüne, "CD nödön hölö gölmödü" şeklinde firmalara da şarlayabiliyorum.

- Durun la, Metallica' dan son 1 anektod daha not almışım.

Eski Fan'lar bilir, Kirk Hammett'in meşhuuur bir siyah yeleği vardır. Yaklaşık 25 yıldır sırtından çıkmayan...( Hatta ekşisözlük'te: Edip Akbayram yeleği diye yazmıştı bir suser )

Yeni albümün kliplerini seyrederken farkettim ki, yeleğin rengi değişmiş, ahan da görsel:


Muhtemelen, bu siyah yelek geyiği, dayının da kulağına kadar gitti. Çareyi, "Müzikhol Kırmızısı" bir model almakta buldu. Yine yelek giydiğini de anlamayalım diye, aynı renklerde bir gömlekle kombinledi...Ama yedik mi; tabi ki hoyur!

- İşler güçler derseniz, çok hayret ederek "çok iyi" derim ( tahtaya vurun la ! ). Yıllarca, mobbing' in en can alıcı örneklerini yaşadığım için, insanın işinden memnun olabilmesi, benim için olağanüstü bir kavramdı zira.

Tam olarak yaralarımı sarabilmiş değilim açıkçası. Halen, o malum eski iş yerine dönmem gerektiğine dair kabuslar görüyorum. ( Bir de ne hikmetse, hep Pazar sabahları ) Bu kabus da, "aslında lise 3'ün henüz bitmediği, derhal işi gücü bırakıp okula dönmemin gerektiği" rüyalardan hemen sonra, 2 numaraya yerleşti.

Bir de geçenlerde, minnak da olsa bir mutfak inşa edildi ofise...Beeyle inox inox gereçler, vay efendim tost makinesi, yok barnak izi birakmayan bulaşık makinesi...İçimdeki yeni gelin Mükerrem hortladı resmen. "Plaza çalışanlarının tatlı telaşı" deyu Feysbuk sayfası açıp, kurdaaaleli sunumlu fotoğraflar ekleyesim geldi; ve fakat durdurdum kendimi.

Sabahın köründe, 2 bardak üst üste çay içmezse, Hulk'a dönüşme tehlikesi mevcut bir insan evladı olarak, tek aşkım Çay Kazanı'na verdim tüm ilgimi...



- Geçtiğimiz ay, "Yallah" deyu, artık kullanmadığım kozmetik malzemelerini temizlemeye koyuldum. Çıkan malzemelerin, kullandıklarımın 2 katı kadar olduğu gerçeğiyle de yüzleşince; kendime derrrrhal bir kozmetik ürün yasağı koydum.

Cumartesi günü de, Watsons' da %40 Maybelline indirimi gördüm; tutup kendime "masraf yapmama" hediyesi olarak, 3. fondötenimi aldım...Evet...Laz'ım ben...

Kasım ayı'nın notları böylecene bitti. Yeni bir ortaya karışık eş-iş-çocuk-müzik-sosyal hayat yazısında görüşünceye kadar, hoşçıkılın.

21 Kasım 2016 Pazartesi

Harwired...To Self Destruct. Bir Metallica Güzellemesi





32' de 18...1998'de, HBB TV'de yayınlanan Poor Touring Me konserini izlememle başlayan serüven, ömrümün neredeyse yarısına ulaşmış...Ondan bu "Düğün sahibi mutluluğu"m...

Hakan da diyor: "35 yaşında oldun , hala ne Metalika'sı"...e adamlar da 60 oluyor, yaptıkları albüme bak. Önce onlar başlattı



Ağustos 'ta, ben -şu an düşündüğümde incir çekirdeğini bile doldurmayacak kadar önemsiz olan- bir problemi kafamda çözmeye çalışırken;yeni albümün ilk single'ı Hardwired yayınlanmıştı...

İlk birkaç dinlemeden sonra ısındım ama, "Ulan bu albüm de işte Death Magnetic gibi olacak" deyip çok heyecanlanmadım...Yani işte, standart heyecan... Hangi akla hizmet yapıldığını çözemediğim, göz kanatan kliplerini de çok izle(ye)medim zaten...Baktım işime gücüme.



Eylül'de de bu sefer Moth Into Flame'i yayınladılar...Benim yine kafamın içinde 40 tane pislik tilki, halay çekiyor. 
Allah'ı var, bu şarkıyı pek sevdim. Enstrümanları güzel duyuyorum "Death Magnetic"teki gibi hesap makinesiyle mix-mastering yapmamışlar, iyi bari" diyorum. Bu sefer klip de başarılı bak...Hele hele o James dede "Burn!" dediği esnada yanarak düşen güve...Lars desen yine çirkin, Lars desen yine boklu.



Moth into flame'i birkaç yüz kere dinleyip iyice hazmettikten sonra, -bu sefer Allah'a şükür kafamda bırakın tilkiyi, kelebek bile yok- Atlas, Rise! efendi arz-ı endam etti. 

Böyle pek bir Iron Maiden tınılı, ama yine alttan alttan malum albümü çağrıştıran, "Kanarya sevenler derneğindeki emeklilerin müzik coşkusu" temalı bir klibe sahip, son single...İçimde, sadece Metallica'nın yeni albümümün çıkmasından kaynaklı bir heyecan kalmış...



Sonra...16 Kasım işte...sağda solda video linkleri paylaşılmaya başlıyor. 

Bende de canım kardeşim misafir. Dışarda işlerimizi halletmişiz, eve geç gelmişiz. Pek durmuyorum bu linklerin üzerinde tabi. Minnoşa, Tv kumandasını teslim edip, vuruyorum kafayı; yorgunluğun da etkisiyle zarıl zarıl uyuyorum.

Ertesi gün, ofiste, tarayıcıya bir de metallica.com sekmesi açarak başlıyorum mesaiye. Ve fakat, rastgele seçtiğim ilk şarkı Halo On Fire, o kadar etkiliyor ki beni, diğer şarkılara bir türlü geçemiyorum.




Tarih, 18 Kasım'ı gösterdiğinde ise durum, aşağıdaki görselde bilgilerinize sunulur...Sabahın 6:25'i, yani kalktıktan 10 dakika sonra, yüzümü yıkayıp; derhal albümü indirmeye başlıyorum. 



Hey gidi dünya!...Harçlıkları denkleştirene kadar, kasetçi camlarından baktığım günlerden; telefona albümü zart diye indirdiğim günlere geldik...Ama içimdeki heyecan aynı...Yüzüme oturan o tanıdık sırıtış...

Dikkatim dağılıp, işlerimi saçma sapan yapmayayım diye -meraktan ciddi anlamda çatlama noktasına gelmeme rağmen- gündüz hiç ellemiyorum şarkıları. Ama mesai bitip de; servise atladım mı...

Tam da Haliç trafiğine girmişken, yeni şarkılardan; beni ilk seferde vuran diğer biri başlıyor...Telefonun ekranını yakıp adına bakıyorum "Confusion". Bu nasıl şarkı ulan Allahsızlar! İnsan dinleyecek bunu insan...




Bundan takribi 10 yıl kadar önce, alt komşumuz olan ailenin oğlunu da, Metallica ile zehirlemişliğim vardır. Dozu doğru vermişsem demek ki, herif geçen yıllar içerisinde aşağı yukarı benim gibi birşey oldu. Hemen ona höykürdüm tabi, bu mutluluğu paylaşacak biri lazım...Herkese anlatamıyorum, manyak sanıyorlar hakim bey...



Hakan'ın eve gelmesini, yemeklerin ısınmasını felan beklerden, defalarca dinliyorum şarkıları, videolarıyla birlikte...Bu albüm, hiç de öyle beklediğim gibi Death Magnetic devamı felan değil...Ondan daha iyi, St Anger'dan da daha iyi...Şey gibi...ReLoad'un biraz daha kodu mu oturtanı bu!

Yaklaşan AÖF ara sınavları nedeniyle, artık her güne 1 ders ayırarak afedersiniz eşşek gibi çalışmak zorundayım. Ama arada ufak kaçamaklar yapıp, hafta sonu boyunca şarkıları sindirmeyi ihmal etmedim. Şimdi, albüm hakkındaki düşüncelerimi hafiften toparlayayım.

- Internet bağlantısı i.nelik yaptığı için, albümü henüz ses sisteminden dinleyemedim. ( Telefon kulaklığıyla, Spotify'dan idare ediyoruz işte

Ama yukarıda da yazdığım gibi, bu sefer çok iyi bir kayıt ve mix sürecinden geçmiş  James'in vokali de, enstrümanlar da çok kaliteli bir şekilde duyuluyor.

- Albümün bir bütünlüğü var. Yani nasıl diyeyim, araya çerez şarkı koymamış herifler. Dolayısıyla, baştan sona aynı zevkle dinlenip bitirilebiliyor. ( Deluxe olmayan versiyondan bahsediyorum bu arada )

- İlk single'lar çıktığında: "Bu ne be, tövbe yarebbim!?" dediğim albüm kapağı ve stüdyo fotoğraflarını da beğenmeye başladım galiba lan. 

Hele şu albümün fiziki bir kopyasını alıp, konseptin tamamına bir bakalım da...Öyle veririz son kararımızı

- Bana göre, bu adamlar var ya bu adamlar, kasten Death Magnetic çağrıştıran şarkıları önden sürüp, millete ters köşe yaptılar he. İyi anlamda trollediler yani, 60 yaşındaki adamların maskarası olduk. 

Şahsen, bu kadar büyük bir geri dönüş albümü beklemiyordum ben, doğruya doğru.

- Bir de, Lars paracıklara kıyıp; sağlam bir sosyal medya ekibi veya PR'cı felan aldı sanırım. 

O nasıl güzel bir sosyal medya kullanımıdır! Facebook'undan Snapchat'ine kadar, profesyonelce yönetilen bilimum hesapları mevcut efem.

- Video klip mevzusuna gelince...

Bir kere, fikir ve uygulama olarak; ancak Metallica gibi bir büyüğün kotarabileceği bir iş. Tüm dünya çapında, bilumum metalcinin afedersiniz g.tü düştü. 

İşin çıtayı yükselten kısmı da, kliplerin öyle: "Dayıları stüdyoya soktuk, şarkıları çaldırıp videoya aldık" tarzı değil; üzerinde düşünülmüş, senaryolu, prodüksiyonlu işler olması şüphesiz...Ve ben dönüp dolaşıp hala diyorum ki: 

"Ben böyle şeyler beklemiyordum"

İşte bu yüzden, tüm o gündemdeki sapıklıklar, çirkinliklere rağmen; burnumuzun ucuna kadar gelmiş olan ekonomik kriz tehdidine rağmen, "Düğün sahibi mutluluğu" ile gezebiliyorum. 

Boru değil, 18 yıl...Dayımın oğlugil gibi oldu herifler artık...Birlikte büyüdük, birlikte ihtiyarlamaktayız şu anda. Şarkılarının alt metinlerinde, onların bile bilmediği, sadece bana anlatılan öyle özel ve güç veren hikayeler var ki...

Ve o özel şarkılara 2 yenisi daha eklendi...Halo On Fire ve Confusion; 18 yıl esnasında oluşturduğum, en bi çok sevdiğim şarkılar listeme; böyle hayvan gibi, bodoslama girdi.

Bir de söylemeden edemeyeceğim. Albümü, şarkıları beğenmezsin, firkrini beyan eder çekilirsin anlarım. Ama inatla, altını dolduracak bir sebebi olmadan Hater'lık yapan, hiçbirşeyi ısrarla beğenmeyen tiplerin ağzına ağzına vurasım geliyor...Ulan adamlar, milyoner kere milyoner olmuş. Bekar ve Türk olsalar; şu an Esra Erol'un locasında oturuyor olurlardı; ona rağmen mücevher gibi albüm yapmışlar; bok atıp duruyorsunuz. Sanki sen nesin; ya Tapu Kadastro'da memursun, ya da özel bir firmada bıdı bıdı menecır'sın...
Ama triplerine bakanlar da zanneder, hala San Fransisco - Bay Area'da, metal müzik dükkanın var; yeni grupların demolarını topluyorsun...Sen, sabah güneş doğmuyor diye ağlıyorsun, herifler bu yaşta yardırıyor...Allah çarpar yav! Rispekt.

Yalnız, Metallica'ya benim de kızdığım bir nokta var...

Ulanlar, tam koleskiyonluk albüm yapıp, neden ayın sonuna doğru piyasaya veriyosunuz?...CD alana kadar Aralık'ı beklemem lazım, o da en iyi ihtimal. Web sitelerine: "Sizin ananız bacınız yok mu?" temalı mail atmayı planlıyorum.

Uzun lafın kısası, beni teeee 1998'deki ergen, heyecanlı metalci günlerime döndürdükleri için müteşekkirim kendilerine...Bir de tur kapsamında İstanbul'a gelirlerse, tadından yenmez.

Haydi kalın sağlıcakla...


17 Kasım 2016 Perşembe

Dinozoring Taym / Eski Yazılar # 6 - Kaprisli Gelin Adayları İçin Bir Yazı

Öyle düğün heyecanından felan değil... Eni konu, ota şeye anlamsız yere kapris/şımarıklık yapan, zavallı damat kişisine "iiiyyyk" diye cıylayarak ağlayan gelin adayları okusun bu yazıyı, okusun da rahatlasın biraz, dayak istemesinler.

Nişan saçım istediğim gibi olmadııı! mı diyorsunuz?.. 

Buklelerinizden biri accık düşük, ya da topuzunuz elektrüklenmiş bir durumda mı?.. 

Nişanınıza kısa bir süre kala, paragöz/ dengesiz kuaför kişisi sayesinde saçlarınız dipten itibaren 5 cm lik yeri sağlam kalacak şekilde yanmadıysa, ve kendi nişanınızda "Dağıtım iznine gelmiş asker dayı" kıvamında kısacık saçlarınızla arzı endam etmediyseniz Boşverin, gülümsemeye devam..

- Nişan pastası da olmamışşş, Tonguç sana inanmıyoruuum mı diyorsunuz?... 

Güpgüzel hazırlanmış leziz pastayı sevdiceğinizle yemeye çalışırken boğulma tehlikesi geçirmediyseniz ( öyle öhö öhö öksürmek de değil, ciddi tehlike ) ve bu anı ölümsüzleştiren son derece fotojenik göründüğünüz bir fotoğrafınız da yoksa Boşverin, gülümsemeye devam..

- Kına gecesi mekanım çok kötüüü adamlar çok kaba falanım yanii mi diyorsunuz?... 

Düğün salonu görevlisi tarafından kendi kınanıza," kendi kınanız olduğu gerekçesiyle " alınmamazlık yapılmadıysa ( yani abi ısrarla "Bu gece düğün var siz yanlış gelmişsiniz" diyor ama isme baksa biziz o düğüncüler ), en geç 20:00 sularında başlaması beklenen program 22:00ye kadar anlamsız bir şekilde sarkmamışsa, arkadaşlarınızın çoğu bekleyemeden gitmek zorunda kalmamışsa, ilk dansınızda da CD takılmadıysa Boşverin, gülümsemeye devam...

- Arabaya kuş şeyyaptı diye tüm düğün gününüzü öfkeden heder mi ettiniz?... 

Nikah gününüzde şarıl gürül yağmur yağmadıysa, Teyzeniz kuaförde zort diye baygınlık geçirmediyse, tam makyajın bittiği anda ağlamanız tutmadıysa / makyöz tarafından ağlamamanız konusunda hafiften tehdit edilmediyseniz, baygınlık hadisesi yüzünden kuaförünüzün heyecandan şekeri çıkıp esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolmadıysa ( sonra geri geldi adam ve süper saç yaptı eksik olmasın ), para zarflarınız Hacıhüsrev'in dinamik ve ekip çalışmasına yatkın gençleri tarafından çalınmadıysa ( sonra şoförümüz olan arkadaş panter gibin koşturup geri almıştı o paraları ), nikah salonunda ise, ismini cismini bilemediğim bir kodamanın düğününe yetiştirilmek üzere, daha gelin odasındayken bööle paldır küldür hakiki defteri imzalayıp, totalde 1 dakika anca süren nikah kıyımında da çakma defter imzalamadıysanız  Boşverin, gülümsemeye devam...

Aksilik mi dediniz? Ohoo... Aksilik aksilik dediğin nedir ki gülüm, biz onu şerbet der içeriz... Yukarda anlattıklarımı inanın gülerek hatırlıyorum... Allah ağız tadı, sağlık verdikten sonra çok da tın olmalı zaten... Acı tatlı geride kalıyor işte birer anı olarak.. Yani demem o ki gelin adayılar, herşey gönlünüzce olsun, aksiliktir olur, bu güzel günlerinizi haybeden heder etmeyin, çok da kapris yapmayın....

Dinozoring Taym / Eski Yazılar # 5 - Didem Usülü Bir Bakım Yazısı

Evet sevgili blogçuğum...  " Blog yazmaya çalışma " sürecinde, dönem dönem farklı şeyler yazmayı denedim. Ne bileyim, geyik geyik film eleştirdim, albüm tanıttım, yok biyografi yazdım... Ama bu zamana kadar hiç böyle:" kadın kadın " birşeyler yazamadım. Bugün de bu alana dadanmaya karar verdim ve olaylar gelişti.

Yalnız peşin not: Aşağıda bahsedeceğim ürünler, yöntemler bende işe yaramış olabilir; iyi gelmiş olabilir... Fakat sizler uygularken iyice ölçüp biçiniz, araştırınız biraz... Sonra tutup: "Bu kadının önerilerine uydum, güpgüzelken Serengeti maymunlarına döndüm püüü!!!" diyerekten beni İstanbul mahkemeleriyle muhatap etmeyiniz.

Makyaj Hadisesi.

Ben makyaj yapmaya lise sonda başlamıştım blogçuğum... Bir heves dünyanın malzemesini de almış, zaten kuş kadar olan stajyer maaşımı da bu uğurda heba etmiştim. 
Tabi tecrübesizlik -eeeh tamam tamam beceriksizlik - olunca insanda, ilk makyaj denemelerim cildi renklendirmeden ziyade, yüzünde papağan patlamış bir kızın dramı'nı anlatır nitelikte olmaktaydı. 

Göz kalemi süreceğim diye kaç kere gözlerimi oyulmaktan son anda kurtardığımı hatırlamıyorum zaten... Gel zaman git zaman efenim, el alıştıkça oturdu birşeyler çok şükür. Kendimi kurtarabilecek kadar makyaj yapabiliyorum şimdi. 

Yalnız " ölü beyazı " tonunda bir cilt rengim olduğundan mütevellit, bir gün bile yüzüme birşey sürmeden işe gitsem, arkadaşlarım 3 aylık ömrüm kalmış zannediyor. Öyle ki, kendilerini çok kaptırıp masama çiçek bile koyacaklar yakında diyeyim ben size.

Öneri Kısmı:

Güzel bayanlar, gözünüzü seveyim, kapatıcı / aydınlatıcı ayağına o göz altlarınızı reflektöre çevirmeyiniz. Hatta gözünüzü sizler de seviniz; kiminiz direkt bildiğimiz beyaz farı sürüyor görüyorum, çok sağlıksız efenim yapmayınız. Piyasada öyle çok da pahalı olmayan ve iyi sonuç veren kapatıcı ürünler var . Ama gidip de yine en cart beyazını almayınız, kendi cilt tonunuza uygunu mutlaka vardır, satıcı ablalara sorarsanız gösterirler size.

Geldik yüzümüzeee..." Az önce beni gırtlaklıyorlardı, son anda paçayı kurtardım" temalı plastik makyaj yapmak amacında değilseniz, lutfen cildinizin 5 ton koyusu o acaip pudraları sürmeyiniz çok rica edeceğim. Fondöten de olmazsa olmaz birşey değil, mecbur kalmadıkça kullanmayınız bence, yüze hava aldırmıyor meret. 

Gündüz makyajında rimeli 25 kat sürmenize gerek yok, hafifçe üzerinden geçebilirsiniz.... Rujunuz dişlerinize bulaşıyorsa arada gidip kontrol ediniz çok zahmet olacak, ojelerinizi yarısı çıkana kadar tırnaklarınızda istikrarla tutacaksanız, hiç sürmeyiniz daha iyi efenim.

Saç Baş Durumları

Yine kendimden başlayayım, ben çok lazım birşeymiş gibi lisenin bittiği gün gidip saçlarımı kızıla boyatmıştım. Ev şartlarında, siyah saçın üzerine boyanan kızılın ne derece başarılı olabileceği malum. Birkaç sene sonra da kuaförde kızıl çalışmalarıma devam ettim... Bu rengin bana ne kadar da yakışmadığını tuhaf bir şekilde kabullenemeyen, garip bir insandım o dönemde

Gerek her duş sonrası banyonun aldığı " cinayet mahali " imajı, gerekse yağmurlu havalarda beyaz gömlek yakalarında oluşan kızıl şeritler beni nihayet vazgeçirmeyi başardı, bu sefer de röfleye el attım sevgili blogçuğum. 

Öyle ki, değişik bir canlı türü olan kuaför arkadaş sayesinde saçlarım komple çatır çutur yandı bile. ( Aslında ben onun değerini geç anladım gençler, sanatını bilemedim... Kendisi tarz olsun, renk tonu olsun tam bir " Hasan Mezarcı saçı " yapmıştı bana zira ). Gerçi hala çakma sarışınlık devam ediyor fakat artık saç boyamasını bilen bir kuaföre gittiğim için, dertli günler geride kaldı.

Saç şekillendirme hadisesinde de, ülkemizin açık ara en şekil almayan, en uyuz saç tiplerinden birine sahibim. Kalın telli, elektirkli, dalgalı ama kendisinin haberi yok bundan... Yani şöyle ifade edeyim daha anlaşılır olur: kısa modellerde Halil Sezai tarzı, uzun modellerde 30'lu yaşlarını süren erkek heavy metalci saçı oluyor çıldırıyorum. Fön de öyle her dakika çekilemiyor, Allahtan bir insan evladı bukle maşası denilen şeyi icad etmiş de huzura ermişiz

Öneri Kısmı:

Şimdi sevgili bayanlar, mesela kızıl saç yapacaksanız, yaklaşık 15 günde o ilk günkü halini kaybedeceğine, kırmızı sularla banyo yapabileceğinize falan hazırlıklı olunuz. Kendi saçınız açık bir tonda değilse, vakit kaybetmemek adına kuaför abi / ablalara başvurunuz. 
Eğer ki sarı tonlar istiyorsanız, harbi harbi işini iyi bilen birini tercih ediniz ki, hem yüksek volüm orealle casır cusur sizi yakmasın, hem de teninize uygun sarı tonunu bulsun. Ben bir de naçizane bööyle çızık çızık sık röfleden ziyade, krepeyle atılmış balyaj modellerini tavsiye edebilirim. Çünküm, balyajlı saç fönsüz de idare eder, nispeten doğal durur ve daha az sıklıkta yenilenebilir efenim. 

Yalnııız diyelim ki kuaförün insafsızına denk geldiniz, saçlarınızı yaktı. Eğer hafif bir çalılaşma, yıpranıklık varsa saç bakım kürleriyle ( vitamin iğnesi felan kırıyorlar şampuanlara ) ve accuk ucundan kestirerek adam edebilirsiniz. Ama ki, saçlarınız ıslak / kuru hiçbir şekilde taranmıyorsa, lastik gibi uzuyorsa, keçe keçe duruyorsa üzgünüm, o yanıkların tamamen kesilmesi gerekiyor... Bazı kuaförler tanesi 70-80 liradan bakım bilmemnesi satmaya çalışabilirken, bazısı da dürüst davranıp " Abla kesmek lazım" deyiverir... Başıma iki türlüsü de geldi malesef, oradan biliyorum...

Saç şekillendirirkene, omuz hizası ve daha kısası saçlarda ince maşalar daha iyi sonuç veriyor; daha uzun ve gür saçlarda da isterseniz orta kalınlıkta maşa edinebilirsiniz sorun olmaz. Yalnız akşam düğüne gitmeyecekseniz, maşa yaptıktan sonra o bukleleri hafiften bir dağıtın bence..Gündüzün çatında öyle: " Engizisyon mahkemesi " model bukleler pek güzel durmuyor sanki ( gerçi düğün dernekte de güzel durmaz bence ama zevk tercih meselesi ). 

Düzleştiriciyi çok daha yıpratıcı bulduğum için ben kullanmıyorum fakat artık modeller çok gelişti, ıslak saçı bile şekillendireni var benden akıllı namussuz, iyi bir piyasa araştırmasıyla bir tane edinebilirsiniz. Yalnız isterse yumurta bile kırsın, ister yatmadan önce size öpücük kondursun; en teknolojik ürün bile saçları bir nebze yıpratabilir. Bunun için Dove ve Schwarzkopf gibi markaların ısıya karşı koruyucu ürünlerini kullanabilirsiniz efenim.

Aslında hepsini bir kenara koyalım, kendine saygısı olmayan, vileda süpürgesi gibi pespaye gezen, en temel kişisel bakımını bile yapmayan bayanlar kendini altın suyuna bile batırsa boş... Her ekonomik parametrede, insan kendi için birşeyler yapabilir. 1 milyoncularda, tarak da var, diş fırçası da, tırnak makası da... Anlatabiliyor muyum?... Herkeslere bol bakımlı ve süslü günler dilerim efenim...

08 Şubat 2012

Dinozoring Taym / Eski Yazılar # 4 - Dizilerdeki Gibi Bir Hayat İstiyorum Aga



Dizilerdeki gibi bi hayat istiyorum dediysem mesela :

- Günün 3 öğününde, böyle baştan başa mükellefçe hazırlanmış sofraya ailemle birlikte oturup, hiçbişey yemeden ve konuşmadan: "Sıkıntılı bir şekilde köftemi çatalla dürtüklemek", veya misafirliğe gittiğim evde çaydan 1/3 yudum alıp hemmen: " Bana müsadee" diyip kalkmak, ve en önemlisi bunları yaparken, ev ahalisi / konu komşudan dayak yememek istiyorum.
- Evde kaşına kaşına oturup tv izlerken bile, birazdan cumhurbaşkanlığı resepsiyonuna katılacakmışım gibi grantuvalet giyinik, ful makyajlı, saçlı ve ayakkabılı olmak istiyorum. ( o evin de ultra zengin bir şekilde döşenmiş, ve her daim bilinmeyen güçler tarafından dip köşe temizlenmekte olduğunu da belirtmeme gerek yok heralde )
- Her fırsatta bizi ve birbirilerini çekiştiren ama bir yandan da, her öğünde 45.000 çeşit yemek/meze hazırlama zamanı bulabilen çalışanlardan oluşan bir mutfağımız olsun istiyorum.
- Bir öğle yemeğini yaklaşık 4.5 saatte yediğim,sürekli bön bön bakarak dedikodu yaptığım, efenim patron olmasam da patron kadar yetkimin olduğu -ama pek de bir iş yapmadığım- ve fakat, bir yandan da milyon dolarlık yatırımlara imza attığım, çok pis başarılı olduğum bir görev tanımıyla; kocaaa bir holdingte "çalışmak" istiyorum.
- İletişim araçlarını kullanırken tam bir kot kafalı gibi davranabilmek ve yadırganmamak istiyorum ( örneğin, telefonda mı konuşuyorum: "Nea? Dayım Konya yolu 5. km de kaza mı yaptı? Nea yengemin de cinnet geçirdiğini mi söylüyorsun?", ya da işte, " Kunter'in Nilgün'ü artık sevmediğini mi söylüyorsun??" gibisinden, tüm görüşme detaylarını salakça monologlaştırmak veya mail, mektup, telgraf vb yazarken, yazdıklarımı mal bir ses tonuyla kendi kendime tekrarlamak istiyorum )
- Fon müziği istiyorum arkadaş,foonn ( Kocama: " Elektrik faturasını yatırdın mi canım? " diye sorduğumda mesela, yatırmamışsa: DRRROOIIINNNK diye gitar sesi, hüzünlü birşeyde keman,klarnet, ya da mutlu / komik bi aile tablosunda " tin tiri tintin " diye hemmen kanun ezgisi girsin, darbuka eşlik etsin felan yani blogçuğum...Kocamla romantik anlarımızda da mesela Kıraç aabi mehey mehey diye bağırarak şarkı söyleyebilir...)
- 27 yaşında inatla lise öğrencisi olmak istiyorum.
- Bööle insanların kafasına vururcasına "direkt" ve başarısız bir üslupla sürekli mesajlar vermek istiyorum.


 - İnsanlarla saatlerce -sadece- bakışmak, kimse tarafından deli muamelesi görmemek ve bir de üstüne bu yaptığımdan eşek yüküyle para kazanabilmek istiyorum.
- Kitaptan dizi furyasının ekmeğini ben de yemek istiyorum, seçtiğim eser de Güven-Der'in Geometri kitabı...
- Aslında en çok da, hayatımın belli dönemlerinde bir arada olduğum, çok keyif aldığım insanları ekip halinde yıllaaaarr sonra tekrar toplayıp, muhabbet reytinginin dibine dibine vurmak istiyorum.


29.12.2011