1 Aralık 2016 Perşembe

...İyi Misin ?





22 Ocak 2000 sabahında; o acı haberi veren telefonu aldığım andan bugüne; Gülce' yi anlatmak için, hep aynı tema etrafında yazılar yazdım. Birlikte otobüse bindiğimiz Şişhane üst durağı, onun çok sevdiği - aramızda bir bağ kuran - Metallica'nın The Unforgiven şarkısı gibi, "Biz" ile ilgili satırlar.

Bugünkü aydınlanmamdan hareketle; Gülce'nin gidişinden sonraki Ben 'i anlatmak istedim.

Ama önce, bilmeyenler için özetle:

Gülce Özgör, -ismi gibi- Güle benzeyen bir kız. Lise arkadaşım. Bu zamana kadar gördüğüm en güzel yüzlü ve en güzel kalpli insanlardan biri.
Şimdiki liseliler bilmez; Doğalgaz teknolojisinden önce, tüp gazlı şofbenler vardı. O zamanlar, milli ölme biçimlerimizden biri de Karbonmonoksit zehirlenmesi...Ya işte, bacayı hatalı bağlarlar, ya da ne bileyim, Lodos eser geri teper, banyonu yaparken, ne olduğunu anlayamadan dalıverirsin uykuya. Kanın, zehirden simsiyah, uyursun.
Gülce de işte; sömestr tatiline 1 hafta kala, 21 Ocak 2000 Cuma. Hava da nasıl pis lodos...Banyosunu yaparken, ne olduğunu anlayamadan dalıverdi uykuya...Halası, 1 gecede gelinlik dikti, sonra anneannesinin üzerine yatırdılar, cennete uğurladılar.

Annesinin, apartman kapısından, cenaze aracına kadar adını seslenişi, kulaklarımdan hiç silinmedi. ( Bir umut, hani belki uyanır diye seslendiğini, ben de anne olunca idrak edebildim )

Sonra işte...Pazartesi oldu, okula geldik. Sonra Salı, Çarşamba...Bazen ağlayıp, bazen -tam bir cenaze evi gibi- asap bozukluğundan, anıra anıra gülerek, dönemi bitirdik. Sonra bana, tipik ergenlik abukluklarının ötesinde; birşeyler olmaya başladı.

Geçmişinde, banyoda aniden hastalanma hikayesi olan bir ailede büyüdüm. Banyo kapısını sıkı sıkı kapatarak yıkanmak, 10 kusurlu hareketten biriydi. Hatta, "iyi misin?" sorusuna cevap alamayan ebeveyn, öyle "burası benim özelim, cıbılım" dinlemez, DRANNNNK diye banyoya dalıverirdi. 

Bunlara alışıktım ama, o Allah'ın cezası şofben...Ben dertli oldum onunla...

Karbonmonoksit zehirlenmesi ile ilgili şu: "ne olduğunu anlayamadan, hareket edemeden, birkaç dakika içinde gidiverme" argümanı; beynimin tam ortasına oturuvermişti. Ergenlik zaten, başlı başına saçma bir dönem. 

Hem diyorsun ki: "Kimse beni sevmiyor, anlamıyor. Vay ben ölsem" ama bir yandan da, banyoda, tüpe ve su borularına bağlı bir cihazın, seni öldürme ihtimalinden it gibi korkuyorsun.

O yıllarda, banyo yapmak benim için, öyle dizilerdeki gibi şarkı mırıldanarak, dünya g.tümde değil tavırlarıyla icra edilen bir eylemden çok, tatbikat idi. Ayna yansımasından, şofbenin alevini seyrederdim çünkü. Söndü, sönecek, "zehirlenmeden önce 1 şampuan daha yapayım" derken, iyiden iyiye manyaklaşmaya başladım. 

( Bir süre sonra, alevin renginden, tüpün ömrünü tahmin edebilme yeteneğim ortaya çıktı. Evet, yanılma payım da çok düşüktü )

Yaşadığım gerginliğin boyutunu, evdekilere anlatma ihtiyacı da duymuyordum. Çünkü
 normal bir korkuydu bu...Kanıksanmış evham. Banyodan, zaten korkmak gerekirdi.

Böyle yaptıkça da, içimdeki şofben nefreti, suya temas etmiş Gremlin gibi canavarlaştı. O yaz, evde yalnız olduğum günlerde şofbeni yakmaya cesaret edemedim...Günlerce, soğuk suyla duş aldım. Temmuz sıcağına rağmen, ruhum, karakterim bile donuyordu.

Yine böyle, evde yalnız olduğum -ve yıkanmam gereken- bir günde, anneannemin kıymetli evrak çekmecesinde, şofbenin kullanma kılavuzunu buldum. İçindeki bütün detayları, ağlaya zırlaya okuyup ezberledim. Ondan sonra, -sesi hala kulaklarımdan gitmeyen- lanet çakmak düğmesini çevirmeye cesaret edebildim, ve sonrası geldi. 

Kendi kendime şofbeni çalıştırıp, birkaç kez yalnız yıkanabildiğimi ve ölmediğimi görmek, korkuma iyi gelmişti.

Sonra yıl oldu 2001, ben okuldayken bir gün, ustalar sökmüş şofbeni....Eve Doğalgaz bağlanmış. Türk filmlerindeki histerik kadınlar gibi, duvarda kalan deliklere, kapanan musluk hatlarına baka baka bir gülüp, bir ağladım...

Geçen yıla kadar boğuştuğum, ilaç tedavisi bile gördüğüm Yaygın Anksiyete Bozukluğu ( Kaygı bozukluğu, her an kötü birşeyler olacak/öleceğim korkusu ) hastalığımın temellerinin o yıllarda atılmış olduğunu, şimdi idrak edebiliyorum.

Güle benzeyen Gülce'nin ölümünü, hep arkadaşlık duygusallığı ile andığım için, işin fobik boyutunu, bana güzel bir arkadaşın yanı sıra, nelere mal olduğunu çok geç idrak edebildim. Sonra da işte, yazmak istedim buraya...Yazı kalırdı çünkü...Söz uçar, karbonmonoksit de zehirlerdi...

Yaşadığım korkunun boyutlarını aileme yansıtabilseydim, beni feraha çıkarmak için illa ki birşeyler yaparlardı. Ama anlatmadım. Korkuyu içselleştirip, yıllarca yük gibi ruhumda taşıdım.

Aradan geçen 17 yıldan sonra, bir akşam, evimin huzurlu mutfağında, huşu içinde patates doğrarken, aydınlandım...Bağlantıları doğru kurdum, ve şofben çalıştı.

Anne baba olan arkadaşlarıma naçizane tavsiye...Çocuğunuzun en miniğinden bile olsa bir korkusu, fobisi varsa, yenmesine yardımcı olun. O anlatmaz, siz sorun. Manyaklık seviyesine gelmeden, gözlemleyin...17 yıl, çok büyük bir zaman dilimi. 

Banyo yaparken de, kapıyı bacayı viyana kapıları gibi kapatmayın !

Haydi sağlıcakla,


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder